İstefaniye, Kanaturye, Gosdantnubolis, Konstantinopolis, Zavegorod, Mahrûse, İslambol yada İstanbul…
Tüm bu kelimeler dünyanın en nadide şehirlerinden ve içinden deniz geçen tek kent olan İstanbul için farklı milletlerce söylenen isimlerden yalnızca bazıları…
İstanbul için her millet farklı isimler kullanılmış, farklı hayaller kurmuş. Ancak İstanbul’da yaşama şansına erişmiş tüm milletler tek bir ortak paydada buluşmuş;
“İstanbul’a su getirmek.”
Şair Nedim’in “Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında” yani iki deniz arasında tek parça mücevher olarak tasvir ettiği İstanbul, üç tarafı suyla çevrili olmasına rağmen tarih boyunca hep suya hasret kalmış, su sıkıntısı çekmiş bir şehirdir.
Tatlı su kaynaklarına uzak olması, deniz suyunun içme ve kullanma suyu olarak kullanılamaması İstanbul’da hüküm sürmüş tüm imparatorlukları suyu aramaya ve şehre nasıl su getirebileceğinin yollarını aramaya koymuştur.
Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, su kaynaklarını şehre ulaştırmak ve yaşam alanlarına nakledebilmek için inşa edilen eserler İstanbul’u bugün adeta bir açık hava su eserleri müzesi haline getirmiştir.
Yüzlerce metre uzunluğa sahip bentler – kemerler, her biri ince el işçiğiyle süslenmiş yüzlerce sütunun yer altında bir araya getirilmesiyle oluşturulan sarnıçlar bu eserlerden sadece bazılarıdır.
İstanbul’u suyla buluşturmak, suya olan hasretini dindirmek için her imparatorluk döneminde birbirinden farklı eserler inşa edilmiştir. Ancak tüm dünyanın “Muhteşem Süleyman” olarak adlandırdığı Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilen eserler yapılış hikayesi ve özellikleriyle diğer tüm eserlerden çok farklı bir konumdadır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’u susuzluktan kurtarmak konusundaki kararlığı, bu noktada Mimar Sinan’a verdiği emir, aralarında geçen diyaloglar İstanbul’un suya ulaşma hikayesini oldukça farklı kılmaktadır.
Sultan Süleyman’dan aldığı emirle İstanbul’a su temin edebilmek için uzun süren çalışmalara koyulan Mimar Sinan, çok zorlandığı ve bunaldığı sıralarda adeta ona hızır gibi yetişen ve adı bilinmesede, İstanbul’un suya kavuşmasında çok büyük payı bulunan Su Yolcusu Konstantin’ın yardımları ve yol göstericiliğinin yanısıra muhteşem mimari zekası sayesinde İstanbul’u susuzluktan kurtaran “Kırkçeşme Su Yolunu”nu inşa etmiştir.
Dünya Şaheseri Mağlova
Bendleri, kemerleri, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla 50 km’yi aşan uzunluğa sahip Kırkçeşme Su Yolları’nın tek başına dünya çapında üne sahip, şaheser niteliğinde bir parçası bulunmaktadır.
36 m yüksekliğe ve 258 m uzunluğa sahip, iki vadiyi ve iki ilçeyi birbirine bağlayan “Mağlova”
İstanbul’un tarih boyunca yaşadığı su sıkıntısından kurtulmasında çok büyük bir pay bu devasa esere, mühendislik ve mimarlık harikası esere aittir.
Görenleri daha ilk görüşte etkileyen bu dev eser, ulaştırdığı can suyuyla bir milleti – bir uygarlığı – kültür mirasının yok olmasını engellemesinin yanısıra bir çok hayatı etkilemiştir. Yapımıyla bölgede hayvancılık yapan aileler mesleklerini kaybederken, geçim sıkıntısı yaşayan bir çok aile tatlı su balıkçılığı yapmaya başlayarak hayatlarını kazanmışlardır.
450 yıldır İstanbul’a cansuyu veren şaheser…
Her açıdan dünyada çok farklı bir konumda bulunan Mağlova, kültürümüzün çok önemli bir parçasıdır. İki ilçeyi, iki vadiyi birbirine bağlayan Mağlova bir milletin, uygarlığın, şehrin kaderini değiştirmiştir.
Bu yıl 450.yaşını kutlayan Mağlova, Almanya’dan Japonya’ya kadar dünyanın pek çok yerinden meraklılarını ağırlarken maalesef hikayesini anlatan uluslar arası çapta bir belgesele sahip olamamıştır.
Dünyanın önde gelen mimarları tarafından ifade edilen “Mimar Sinan, Mağlova dışında hiçbir eser yapmamış olsaydı yine aynı şöhrete kavuşurdu” sözü Mağlova’nın sahip olduğu eşsiz mimari, tarihi önemi ve insani özelliklerinin ne derece önemli ve kıymetli olduğunu göstermektedir.
Çevik Kuvvet Sultangazi’ye Taşınsın
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.